Kapat
Arama yapmak için en az bir kelime giriniz.
Başa dön

Kültür ve Edebiyat Sempozyumumuzu gerçekleştirdik

Sainte Pulcherie Fransız Lisesi Türk Edebiyatı bölümü olarak 14 Mayıs 2011 Cumartesi günü 8. Kültür ve Edebiyat Sempozyumumuzu gerçekleştirdik. Bugüne kadar, "Şiirimizin Dünü ve Bugünü", " Edebiyat-Sinema İlişkisi", "Tarihin Edebiyata Yansıması", "Edebiyat ve Kültür", "Okumayı Sevmek ve Sevdirmek", "Edebiyat ve Felsefe", "Edebiyatçılarımızı Etkileyen Kahramanlar" konulu sempozyumlarımızda, birbirinden değerli konuşmacıları edebiyat severlerle buluşturduk.

8. Kültür ve Edebiyat Sempozyumumuzun konusu ise “Edebiyatta Kadın”dı.
Kadın kahramanlar, Türk Edebiyatı’nın her döneminde farklı roller üstlendi.
İslamiyet öncesinde eşine bağlı, eşi için ölümü göze alan kahramanlardı kadınlar. Divan Edebiyatında ise aşık olunan, uğruna her türlü acı çekilen ikonografik sevgiliydi. Tanzimat Dönemine geldiğimizde; kadın, sosyal ve psikolojik sorunlarıyla aşk teması içinde anlatılılırken genellikle karşı cinse zıt karaktere sahipti.

Milli Mücadele dönemi edebiyatında, onurlu, çalışkan, yurdun işgalden kurtarılmasına yardım eden ve aynı zamanda kurtuluş mücadelesinde şehit düşen erkeklerin aşık oldukları kadın kahramanlar vardı.

Cumhuriyet dönemine eriştiğimizde karşımızda idealist ve realist kadın kahramanlarla karşılaştık. Dönemin zihniyetine bağlı olarak kadın kahramanların da görüşleri, hayata bakışları ve sorunları değişti.

Murat Belge, “Erkeklerin Yarattığı Kadınlar” adlı konuşmasında modernleşen Türk edebiyatının ilk dönemlerindeki kadın teması üzerinde durdu. “Türk toplumunun ortak yaşantısında bir medeniyet değişikliği yapma kararı vermiş olmak kolay bir şey değildi. İslamdan Batı’ya geçiş her türlü travmayı yaratırken sanayi kadın erkek ayrımını belirginleştirdi. Tek tek yazarları ele aldığımızda bu soruna çok da önem vermemiş görünseler de geçiş döneminde bunun dikenli bir konu olduğunu görürüz.

Semptomatik bir okumayla, yani romanda yazarın söylediklerine değil söylemediklerine bakarak ele aldığımızda, bilinçaltında nasıl bir yumak oluşturulduğunu çözebiliriz.

Geleneksel toplum kadına belli bir rol verir. Hayatın kendisinde de erkek zihniyetinin yarattığı kadınlar vardır. Bu dönem romanlarında erkeklerin kafasında idealize edilmiş kadınlar sunulur. Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ve Rakım Efendi romanınıyla başlayalım. Yazar, bey – efendi ayrımı yaratır ve roman bu karşıtlık üzerine oturur; ama eşit hak tanınmaz. Felatun, gülünç acınası bir tiptir; dramatik gerilim bu romanda yoktur. Karagöz ve Hacivat’ı hatırlatır; ama orada olan iki farklı değer dünyasının gerilimini burada göremeyiz. Bize dönüp batılı olun, derken batıya dönüp biz sizden daha iyiyiz, der. Yazar bunun ikilemindedir. Monistik, yani tekçi bakış açısı vardır.

Namık Kemal’e geldiğimizde İntibah’a ahlaki masal (fabl) diyebiliriz. Merkezdeki Ali Bey karakteri -batılılaşmış Osmanlı’da babayı kaybetme metaforuyla mirasyedi kuşak- pek çok romanda kullanılır. Her iki romanda da hafif meşrep, çekici, cinsellik çağrıştıran kadının karşısına hemen bir köle kadın çıkarılır. Erkek kahramanlar kendilerini bu ağırbaşlı köle kadınlarla iyi hissederler.

Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt romanında böyle bir durumu pek görmesek de yine köle bir kadın vardır.

Mizancı Murat Bey’in “Turfanda Mı Turfa Mı” romanına ilk siyasi roman diyebiliriz. Romandaki Sabiha ve Zehra karekterleriyle dramatik gerilim bu sefer eğitimli kadınla diğeri arasında kurulur; ama yine aseksüel olan tayyörlü kadın değerlidir.

Yakup Kadri’ye geldiğimizde Felatun Bet tipi hain olmaya evrilmiştir artık. Seniha eğitimli ama yoz, Hakkı Cengiz vatanperver, Faik Bey alafrangalaşmıştır. Sodom ve Gomoro’de de işgal altındaki İstanbul’da egitimli kadın, ahlâkı bozulmuş kadındır.

Romanlarda karşıt tipler sağ omuzda iyilik sol omuzda kötülük meleği gibi karşımıza çıkar hep.

Edebiyatta kadın yazar sözüne ben de kızıyorum, Türk romanının emekleme dönemi bitmiştir. Artık ideolojik hamlık geride kalmıştır.”

Haydar Ergülen, “Edebiyatta Kadın” temasını “Türkçe’de Bir Batılı Kadın Şair” başlığıyla irdeledi.

Yazar, konuşmasına Cumhuriyet dönemi kadın şairlerden bahsedeceğini ifade ederek başladı. 1981-1982 yıllarında Sanat Olayı dergisinde “Kadından Şair Olur mu?” gibi bir konunun tartışma konusu olduğunu anımsatarak çok yakın bir geçmişe sahip olduğumuz 80’li yıllara ait böyle bir tartışmayı bugün şaşırarak karşıladığımızı söyleyerek konuşmasına devam etti.

Haydar Ergülen, daha sonra edebiyatla şiiri aynı görmediğini bunların ayrı şeyler olduğunu, edebiyatın, şiirin olsa olsa yakını olabileceğini; şiirin öğrenilmesi gereken bir şey olmadığını, insanın içine doğduğunu; fakat edebiyatın öğrenilen bir şey olduğunu ayrımın da buradan kaynaklandığını ifade etti. İnsanlığın başından beri şiirin var olduğunu, kadınların şiirde daha çok işlevi olduğunu ifade ederek Cumhuriyet dönemi kadın şairlerden kendisinde iz bırakan isimleri saydı: Gülten Akın, Sennur Sezer, Türkan İldeniz, Melisa Gürpınar.

1980’i bir kırılma noktası olarak gördüğünü darbeden sonra sanat ve edebiyatta ölçeklerin küçüldüğünü Feminizm gibi oluşumların ortaya çıktığını bu oluşumların şiirin ve romanın önünü açtığını söyleyen Haydar Ergülen, bu aşamada latife Tekin’den, Günseli İnal’dan Lale Müldür’e pek çok sanatçının yetiştiğini kadınların erkeklerle edebiyatı bölüşmeye başladığını; ayrıca 80’den sonra edebiyat dünyasında bir başka oluşumdan undergrand ve islami edebiyatın da gelişiminden söz etti. Daha sonra şair, edebiyat sempozyumunda konuklarla paylaşacağı ismi açıklayarak konuşmasına heyecanlı ve farklı bir boyut getirdi.

Haydar Ergülen, “Bugün sizlere sözünü edeceğim şair Lina Salamandre’dir. Lina,1891’de Moskova’da doğan ve 1938’de Fransa’da ölen bir ilginç bir kadın. Babası rus bir diplomat, annesi bir Fransız. Bolşevik devrimi sırasında babası ortadan kaybolur. Lina’yla annesi Fransa’ya döner. Lina, Güney Fransa’da İngilizce, Rusça, Fransızca şiirler yazar; şarkılar söyler bir yandan ve şarkı sözlerini de kendi yazar. Gerçeküstü tatlar taşıyan şiirleri var Lina’nın. Yaşamını şarkılar üzerinden sağlar. Evlenir ve evliliği iki yıl sürer, boşanır. Bu sırada gazeteci bir kadınla ilişkileri başlıyor. Bu ilişki on yıl kadar sürüyor ve bir otel odasında 46 yıllık yaşamı aşırı dozdan uyuşturucu yüzünden sonlanıyor.”
Lina Salamandre’den şiir ve şarkı sözlerinden bazı dize seçkileri:
“Ben Meryemi suçlamadım”, “Aşk ve fal ikisini de bilirim”, “Oyuncunun sıkıldığı bir oyun yok mudur?”, “Mavi alkol, mavi caz, ben de mavi olaydım öfke yerine”, “Gurbetten başka köpek tanımadım”, “Uzaklığından başka yakınlığım yok ki.”

Haydar Ergülen, bu kitaptaki şiirlerin ( Lina Salamandre) 1993 yılında birkaç dergide yayınlandığını söyleyerek şunları da sözlerine ekler: “1996-97’de Yeni Yüzyıl gazetesinde benim bu kitabım hakkında bir yazıda şöyle deniyordu: ’Bu ünlü şairin, (Lina Salamandre) ne zaman Türkçeye çevrileceğini merak ediyordum. Haydar Ergülen’e teşekkür ederim.’ Oysa Lina Salamandre diye bir şair yok. Lina, Çukurçeşme sokakta, yani bu sokakta doğdu. O sıralar bu sokakta oturuyordum. Bütün gece müzik sesinden uyuyamadım. Film festivalinde izlediğim bir filmden esinlendiğim birkaç şiir yazdım. Yazdığım bu şiirlerin benim şiirlerim olmadığını, çeviri şiirler olduğunu hissettim. Sabah oldu ve ben Lina Salamandre’in hayat hikayesini yazdım. Lina Salamandre’in bir tarafı Batılı, bir tarafı Doğulu olsun istedim. Kitap kapağındaki fotoğrafı da eski fotoğrafların olduğu bir sahaftan buldum. Lina Salamandre budur dedim; gerçekten oydu. Böylece bir kadın şair doğdu Çukurçeşme Sokağında.”

Şair, derdinin şairin hiçbir şey olmadığını, şiirin kollektiv bir ürün olduğunu göstermek olduğunu, şairin iktidarını kırmak gibi bir amacı olduğu için bu teknikle yazdığını söyledi.

Haydar Ergülen, 3-4 yıl sonra Hafız ile Semender adlı şiir kitabında da aynı tekniği dener. Bu kez Hafız’la Doğulu bir kimlikle yazar: “Aşk bir varlığa sığmaz sürer yokluğa kadar.” der. Haydar Ergülen, bu iki kimlik ve kendisi için şiir dünyasında artık Doğulu ve Batılı kardeşlerimle birlikte bir de ben varım diyor.

Adalet Ağaoğlu,

Değerli yazarımız Adalet Ağaoğlu değerli birikimlerini bizlerle paylaştı. Konuşmasında şunları söyledi.

“Başlık seçerken,’’Edebiyatta Kadın Kahramanlar’’başlığını seçtim sonra Roman Kahramanları dergisine göz gezdirirken bu dergi başlığından etkilendiğimi fark ettim. Kadın Yazar denmesinden bile hoşlanmazken…

Hepimiz aklımızdaki kadın kahramanlara sarılıyoruz. Anna Karanina, Madam Bovary Emma’dan çağrışımla Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i… Aslı Güneş, Bilgi Üniversitesi’nin Parşömen dergisinde’’Emma’nın Günahı Bihter’’ diye bir yazı yazmıştı. Genç kafasıyla böyle bir gönderme yaptığını düşündüm. Bu konuyla ilgili birçok kitap var:’’Kadınlar Dile Gelince’’, Jale Parla’nın denemeleri…
Türk Romanı hep taklit denir. Çalıkuşu bile… Aşk-ı Memnu’ya ilk doğru dürüst romanımız denir.

Osmanlı romanı Divan Edebiyatı’ndan çokça yararlanmıştır, çok katmanlıdır. Üç kadının da durumları aynı: sınıfsal durum, genel ahlaka aykırılık, dile düşme… Yalnız kadın dile düşer bizde.Erkek siyasette veya koca aranırken dile düşer, dile düşme deyimi kadın için kullanılır.Bihter de dile düşüyor, dile düşmekten berbat yozlaşıyor, romanda kadın ya yozlaşır ya veremden ölür!

Ben ‘’Hayır’’romanımda intihardan öteye götürdüm.Aydın takımının kendisiyle hesaplaşması…Feminist ideoloji ile okununca kitap farklı algılanıyor,
ataerkil ideolojide erkeğin üç kadını var: anne, karı-eş, kız çocuğu. Erkek üç kadın arasında erkek olmaya güdümleniyor.Roman kahramanlarında erkekleri de insani yanlarıyla görebilmek de iyi.

1979’da” Edebiyatta Cinsellik” diye bir deneme yazdım. Yaşasın Türk kadını dantel örer yılları.. Bir Düğün Gecesi romanının yayımlandığı yıllarda roman kahramanı Tezer’in’’İntihar etmeyeceksek,içelim.’’sözü ağızdan ağza dolaştı. O yıllarda kadınlar cinsel hayatları yok gibi işleniyordu, açık olma ayıp sayılıyordu, cumhuriyet ideolojisinde kadın, kardeşti. Ne zaman kadın sayılacağımı merak ettim. Eleştiricinin, okurun cinsel durumu önemli.

“Az Gelişmiş Adam” bir Kübalı yazarın, ana kahraman erkek, kadın gözüyle okuyorum.Çok kadını var, başıma ne geldiyse bu kadınlar yüzünden geldi, diyor.Bir kadınla yataktayken Küba devrimi oluyor.Kadınlar bela olmaktan çıkıyor.

Romanlarımın sonucunu açık bırakırım.Bu okuruma tanıdığım bir şanstır.Okur sonucu yazmaya başlar ve bilinç yükselmesi yaşar.

Ahmet Mithat Efendi ile Fatma Aliye mektuplaşıyor. Elde tek mektup var. Fatma Aliye kendini ezik hissediyor. Bir kadın imzası ile yazıyor. “Henüz On Yedi Yaşında”, diye bir genç kızın düşüşünü anlatıyor.

Tanzimat romanında kadın içine kapalı, şefkate muhtaç, batılılaşma hareketi oluyor bu bize de akıyor… Ahmet Mithat Efendi, halkı aydınlatmak için, erkek ya, görev alıyor. Değişim dönemi romanında, Halide Edip’in Sinekli Bakkal’ı Rabia, oyuncuya kaçan Emine ile doğu-batı sentezi meselesini ortaya koyuyor. Reşat Nuri Çalıkuşu’nda Dame de Sionlu Feride’yi öğretmen olarak Anadolu’ya yolluyor. Resmi ideolojinin ilk maddesi…popülizm… Emekli albay Hayrullah onu kurtarıyor. Ya olmasaydı? Taşrada aşk romanları okunuyor. Kerime Nadir, Ekmekçi Kadın…Namık Kemal Sergüzeşt-i Ali Bey’de annenin önüne sütünü koyduğu, bakımlı oğul çiziyor.Mahpeyker’e tutuluyor. Dilaşup adlı cariye satın alınıp yatağına konuyor. Dilaşup-Mahpeyker kıskançlığı. Düşmüş kadın… Süt gibi yetişmiş erkek kahraman hapse düşüyor. Mahpeyker’in yapmadığı yok. Sonunda erkek kahraman onun rezil bir kadın olduğunu anlıyor. Düşman,kötü kadın hep azınlıklardan seçilmiş. Macar göçmeni, Ermeni… Ortaoyununda da azınlıklar kapıaralığıdır.Bahçıvan, hamal.Irkçı bir yaklaşım var Oysa empatide bulunmalıyız. Feministler feminist kadın karaman seviyor,bizim kuşak batılı görünümlü( kocam gibi)…İnce Memet, Tante Rossa kahramanları seçilmiş kahramanların arasına son tartışmalardan sonra girdi.”

Pınar Kür, Cumhuriyet’ten Bugüne Türk Kadınına Bakış Açısında Değişim adlı konuşmasına edebiyatsever öğretmen grubuna konuştuğu için duyduğu mutluluğu ifade ederek başladı. Kür, Cumhuriyet dönemi öncesi iki yazarla ilgili konuşmaya başlamak istediğini belirtti. Bu yazarlar Halide Edip Adıvar ve Halit Ziya Uşaklıgil’dir.

Cumhuriyet öncesinde bu iki yazar da kadına bakışı incelemek açısından önemlidir. Aynı dönemde yaşamalarına rağmen kadına bakışlarında büyük farklılıklar vardır. Halide Edip, Handan’ı yazarken Madam Bovary ve Anna Karenina’dan esinlenmiş olabilir. Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu’sundaki Bihterin, yalı eğlencelerinden başka eğlencesi yoktur ve evin içindeki erkekle ilişki içerisine girer. Anna ve Emma’nın kendilerini öldürmelerinin nedeni nasıl toplum içerisindeki yerlerini kaybetmeleriyse; Bihter’in intiharı için de aynı sebep söz konusudur. Halit Ziya’nın kadınının evin dışında ilişki yaşaması mümkün değilken, Halide Edip’in Handan adlı romanında Handan’ın evin dışında da bir yaşamı vardır. Bu iki yazar öncesinde Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal de kadının sorunlarını irdelemişlerdir, onların kadınları Anadolu kadınıdır. Kahraman kadın figürleri, ailelerine çok bağlı, ideal ana tipi kadınlardır. Bu kadınlar sorgulamadıkları sürece makbûl olan, her koşulda kocasını affeden, fedakar anne olmaktan başka seçenekleri olmayan kadınlardır. Bu “erdemlerden” yoksun kadınlar, kötü kadın olarak görülür.

Halide Edip ve Halit Ziya’dan biraz daha farklı bakışa sahiptir Ahmet Hamdi Tanpınar. O’nda iki çeşit kadın kahraman vardır. Biri idealize, hiçbir zaman ulaşılamayacak kadın kahraman diğeri de “gündelik kadınlar”, hiç önem verilmeyen, “hafif kadınlar”. Çeşitli yönlerden ele alınabilecek sahici bir kadın yoktur. Belirli bir ahlak anlayışına sahip olunan bu dönemde Kerime Nadir ve Peride Celal gibi kadın yazarların da bakış açısı aynıdır. Bu yazarların kitaplarında sırf sevdiği adamla beraber olduğu için geneleve düşen üniversite öğrencisi genç kadınlar vardır.

1960’lı yıllara geldiğimizde Nezihe Meriç ile sahici kadınlarla karşılaşırız. Nezihe Meriç’in”Topal Koşmak” adlı eseriyle, kavga eden, kalkıp İstanbul’a gelen, iyi ya da kötü diye ayıramayacağımız kadın karakterlerle tanıştık. Meriç, kendisinden önce sahici kadını konu edinen Suat Derviş’in yapamadığını yaptı ve bir akımı oluşturdu. İradesi olan ve aynı zamanda zaafları olan kadınlarla tanıştık. Sonra Leyla Erbil şehirli kadının sorunlarını işledi. Kadının cinsel, psikolojik problemleri olabileceğini gösterdi. Karar verebilecek kadın tipini yarattı.

1970’li yılların başında Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar Türk Edebiyatı’nda “kadınlar çıkartması” yaptılar. Sevgi Soysal’ın ayrıca politik bir yanı da vardı. Bu dönemdeki erkek yazarların da kadına bakışını değiştirdiler. Selim İleri, Demir Özlü, Attila İlhan kadın konusunu etraflıca ele almaya başladılar. Sevgi Soysal, Yürümek ile kadının cinselliğini işledi. Pınar Kür’ün Yarın Yarın ve Asılacak Kadın adlı eserleriyle kadının cinselliği tartışılmaya başlandı.

1980 sonrasında toplumsal olaylara bakış açısında farklılıklar var. Teknolojik gelişmelerle beraber edebiyatın da konuları değişti. Fantastik, mistik, çok güncel konularla oyalanıyor günümüz yazarları. Teknolojik gelişmelerle konular edebiyat dışına kaymaya başladı.

Gülten Dayıoğlu çocuklar, gençler, yetişkinler için yazdığım kitaplarda kadın kahramanlar adlı konuşmasında bizlerle değerli birikimini paylaştı.
“Ben, edebiyatta kadın konusunu, kendi hikayelerimde olaya nasıl baktığımı göstererek açıklamak istiyorum.

1970 yılında yazdığım Döl, tek başına doğum yapan bir kadının hikayesi. Durum, kocasının umurunda bile değildi, uyumaya hazırlanıyordu. Aklında borçları, dertleri, geleceği ve doğacak çocuğu vardır. Kadın, büyük acı çekmekte, urgana asılarak güç oplamaya çalışmaktaydı. İp kopunca, kadın yere yuvarlanır, herkes uyanır ve hala doğuma yrdım etmeye başlar; küçük kız olayı merakla izler.Bu benim ilk kadın kahramanım, onun yaşadıkları, bunlar…

1971 yılında Fadiş’i yazdım. Çocuk dalında en çok satan kitap oldu. Bu öyküde iki kadın var: Cemile ve Fadiş. Ben bu arada okul okul geziyor, öğrencileri dinliyordum. Annem ve babam, ben küçükken ayrılmışlar. Bu romanıma kendi yaşamımı oturttuğumu, daha sonra fark ettim; yıkılmış yuvanın kız çocuğu…
Cemile kocası gittikten sonra evlendirilmeye çalışılır, istemez. Kasabadan İstanbul’a gelir, çalışır ama çocuk engeldir. Para verererek akrabalarına baktırır. Çocuk, sekiz ev değiştirir; değişik yaşamlar, gelenekler tanır. Bu arada baba, çocuğu kaçırmaya kalkar ve en son kaldığı ev, onu yatılı okula gönderir. Fadiş çağdaş dünyaya açılır.

“Fadiş, şimdi ne yapıyor?” daha sonra doktora tezi konusu oldu. Okur, kendi hayalinde onu ödüllendiriyor, sanırım.
Ebemkuşağı, 1975 yılında Akmancılık sorununu işledi. Bu konuyu araştırarak yazdım.
Elmas’ı tanırdım. Kocası gitmiş, Almanya’dan hediyeler gönderiyor, kendi gelmiyor. Elmas kendini yalnız hissediyor, bunalıma giriyor. “Çevremde bir ebemkuşağı oluştu, çıkamıyorum.” diyor; hallüsinasyonlar görmeye başlıyor. Kocasının döneceğini öğrenince, iyileşmek istiyor; doktora gidiyor. Doktora iki isteği olduğunu söylüyor; isteklerinden biri eski güzelliğine kavuşmak, diğeri ise ebemkuşağının doktor tarafından kaldırılması…

1976’da basılan Geriye Dönenler’de Patlak Davul öyküsünde de başka bir kadının acı yaşamını anlattım. Almanya, on bin mark vererek bazı Türk işçilerini geri gönderiyor. bu öyküde geriye dönen bir aile anlatılıyor. Kızları çok güzel, dönmek istemiyor ama dönmek zorunda. Recep, onu istemeye gelir, kız istemez. Çünkü dönmeden önce biriyle beraber olmuştur. Dayak yediği için evlenmeye razı olmak zoruda kalıyor, Düğün gecesi, durumu Recep’e itiraf edince, Recep durumu kapıda bekleyenlere haber veriyor. Bunun üzerine Recep’in babası, bir davul getirtti, davulu bıçakla yardı; Davul kızın evinin kapısına bırakıldı. Kızın babası, kapıyı açmaya gittiğinde patlak davulun içine girdi…

İki Kiraz adlı öyküm, bu günlerde benden izinsiz olarak, Adını Feriha Koydum, adıyla televizyonda gösteriliyor; dizinin yönetmeniyle mahkemeliyim.
Bu kitapta sınıf atlama çabasında olan bir genç kızı anlattım. Beş ayrı kişiyi gözlemleyip, bir Kiraz karakteri oluşturdum. Bir kapıcı kızı olan Kiraz, yalanlar söyleyerek, bir zengin delikanlıyla bir aşk yaşamaya başlıyor, daha sonra yalanı ortaya çıktığında delikanlı ona öfkeleniyor ve terk ediyor. Terk ederken de “Sen yeşil Kiraz değil, çürük Kiraz’mışsın.” diyerek hakaret ediyor. Kiraz, bir zaman sonra kendini topluyor, hayata geri dönüyor. Burs kazanıp eğitimini tamamlıyor ve sözü geçen, güçlü bir kadın oluyor.

Son kitabım Mo’nun Gizemi’nde Defne, bir genetik mühendisi ve insan genlerindeki tilciklerin üçte birinin dolu, üçte ikisinin boş olduğunu biliyor. İnsanın evrimini tamamlaması için kalan üçte ikinin dolması gerektiğine inanıyor. Yuma da bir genetikçi. İnsana ait tüm değerleri reddetmiş, ucubeler yaratan bir karakter. Çünkü onun ailesi, Nagazaki’de ölmüş ve Yuma, bu nedenle tüm dünyaya karşı öfke ve hınç duyuyor.”


Mehmet Zaman Saçlıoğlu
, Türk kadınının aydınlanması adlı konuşmasında Prof. Dr. Türkan Saylan üzerine yazdığı kitabından bahsetti.

“Öncelikle kitabı nasıl oluşturduk bunu anlatmak isterim. 2003 yılında hastalığı nüksetti, ben kendisini 1976’dan beri tanırım. İş Bankası nehir söyleşi serisine başlamıştıbu sıkıntılı tedavi sürecinde nasıl teklif ederim diye düşünürken çekinerek götürdüğüm teklife gayet realist bir uslupla yaklaşıp ; ben de anılarımı yazıyordum çok iyi olur bana yardım etmiş olursun dedi ve 16-17 saatlik bir bant oluşturup kitabın yazımına geçtim.

Türkan Saylan rolünü çok doğru kişiye vermişler, seni dinlerken bunu bir kez daha hissettim. o da erkek egemen topluma sorularla geldi. O bugünü değerli kılarak yaşıyordu, geçmişten ders çıkarırdı. Özverili, çalışkan, disiplinli, başarılıydı. Ben sadece evliliği başaramadım, derdi. Bence birinci evliliğinde çok tahammüllüydü. Hep lider olarak görüldü, ancak o hiç lider olmadı. İyi niyetle ve iyi ilişkiler kurduğu için herkes ona yardım etmek için canla başla çalışırdı. Azize gibiydi.

Türk aydınlanması Atatürk’le başlar ve denilebilir ki onunla devam etmiştir. Türkan Hoca asla inançsız değildi, inancın kullanılmasına karşıydı. 12 Eylül döneminde “kominist” dedirler, ölümünden önce de “misyoner”… Oysa o temel doğrusu sürekli gelişen bir insandı. Üniversite öğretim üyeliği, ÇYDD çalışmaları, kadın aydınlanması için yaptıkları, tıp alanında kimsenin el atmadığı konularla uğraşması, onun Atatürk devrimlerini nasıl özümsediğini gösteriyor.

İdeal Türk kadının sembolüdür o. Pratik zekalı ve çözüm üreten bir insandı. YÖK üyeliği sırasında başvuru formlarına eklettiği bir cümle ile üniversite sınavını kazandıktan sonra öğrencilerin bir ay süren yurt bulma yerleşip yerleşmediğini öğrenme derdine son verdi. Çok iyi beslenmiş bir kültürel temeli vardı. Binlerce denizyıldızını suya fırlattı, Türk kadınları onu taklit etmeli bence.

Bu arada Pınar, sana sormak istediğim bir soru var: Türkan Saylan’ı oynarken kendinle onun arasında nasıl bir ilişki kurdun?

Pınar Öğün:

“Fedakarlık sözünü sevmiyorum, özveriyi tercih ediyorum Türkan Saylan’ı anlatırken. Kendimden yola çıkarak baktığımda çok zorlandığım anlar oldu. Ben hiçbir zaman başkası için mücadele etmedim. Verdiği kararlar bana çok ürkütücü geldi. Sorumluluk çok ağır. Başkası adına karar vermek ve onu uygulamak. Birisi için üzülmek değil, birinin hayatını değiştirecek ve bunun tüm sorumluluğunu alacak kararlar vermek büyük cesaret. Frengi hastalığı için kadın satıcılarıyla konuşmak bana çok ürkütücü geldi. Asla şikayet etmiyor, birisi gelsin de şu problemi çözsün diye beklemiyor. Hayatı güzelleştirmek insanın kendi elinde bunu öğrendim ondan. Kadın olarak yapabileceklerimin neler olduğunu ayaklarım yere basarak durmayı öğendim. Ödül de alsan kadın olarak kendini var edemedikçe bunun hiçbir değeri olmadığını öğrendim.”

Mehmet Z. Saçlıoğlu:
“Ben de sormuştum kendisine, yöneticiler kadın olsa dünyada savaş olmaz diyorsunuz, bizde de kadın başbakanımız vardı ama savaşa son veremedik dedim. O erkekleri taklit ediyor dedi, benim söylediğim kadınlık değerleriyle dünyayı algılamak dedi. Sanırım ben de bu nedenle evliliğimi yürütemedim dedi.”

Dinleyici Sorusu:
Az önceki oturumda Pınar Kür’ün tespit ettiği gibi 80 sonrası kadın tipi değişti Sayın Saçlıoğlu bir yazar olarak bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Z. Saçlıoğlu:
Yazarları biçimlendiren içinde yaşadıkları dönemlerdir. Bu değişim son derece normal, şu andaki orduyla Atatürk’ün ordusu aynı mı? Haan Ali Yücel dönemi öğretmenleriyle günümüz öğretmeni aynı mı? siyasi coğrafi her şeyin etkisi sonuçta bu değişimi doğuruyor. Kadın yazarlar konusunda bir şey söyleyebilecek durumda değilim. Kadın erkek yazar ayrımı olmamalı bence.

daha fazla+
X